Thursday, September 30, 2010

60 Derece Fark - Ağustos 2010

60 DERECE FARK


05 Ağustos 2010, 12:51

Yazan: HALİT ANGINER

Aç ve iyi beslenemeyen insan sayısı bir milyarı buldu - (Gazeteler)

Bir dokümanter film izledim: Japonya’da maymunlar kış gelip her taraf kar ve buzla kaplandığında, sıcak bir su kaynağında suyun içine giriyorlar; böylece soğuktan korunuyor ve ısınıyorlar.

Peki, tabiatın sunduğu bu lütuftan bütün maymun kabilesi yararlanabiliyor mu? Maalesef hayır!

Klanda sözü geçen, statü sahibi bir maymunun ailesi; hanımlar, kardeşler, çocuklar, burunlarına kadar sıcak suyun içine girmiş ısınıyorlar.

Aşağı tabakadan olanlar, yani gariban maymunlar dışarıda buzların içinde tir tir titreyerek hamam keyfi yapan asil maymunları izliyorlar.

Suyun sıcaklığı + 40 C derece. Dışarıdaki hava – 20 C derece.

Dışarıdaki maymun – 20 derecede titrerken, sudaki maymun + 40 derecede terliyor.

Yani asil ile gariban arasında tam 60 derece sıcaklık farkı var.

Ara sıra gariban sınıfından bir yavru maymun, yavaş yavaş sokularak ayağının ucunu sıcak suya sokacak oluyor.

Aynı anda suyun içindeki asillerden biri dişlerini bütün korkunçluğuyla göstererek onu sudan dışarı kovalıyor.

Gariban yavru anasının yanına kaçıyor, ona sokuluyor. Ana oğul suyun içindekilere bakarak birlikte titreşmeye devam ediyorlar.

Ana oğulun bakışlarında, inanılmaz bir tevekkül var.

Oysa suyun içinde hepsine yetecek, hatta artacak kadar yer bulunuyor.

Kabiledeki tüm maymunlar suya girebilir, böylece ısınırlar, yavrular hastalanmaz ya da soğuktan donup ölmez.

Bu acımasızlığı görünce insanın içinde ister istemez bir isyan dalgası kabarıyor.

Dışarıdakiler daha kalabalık. El ele verip yürüseler sudakileri dışarı atıp onların yerine geçebilirler.

Asil maymunları soğuğun acımasızlığına kovalayıp kendilerini suyun sıcacık koynuna bırakabilirler.

Ama garibanlar, sessiz, kadere razı, oracıkta çoluk çocuk titreşerek dikilip duruyorlar.

Yağan kar kafalarını, omuzlarını örterken, yüzlerindeki tüyler buz tutmuş bir hâlde birbirlerine sokuluyorlar.

Neyse ki film bitti ve vicdanlarımız bu azaba daha fazla katlanmaktan kurtuldu.

Orman burası. Ormanda: “Orman Kanunları” geçerli.

Bize en çok benzeyen bu primatlardan farklı olarak biz, insanoğulları, inanılmaz bir uygarlık yarattık.

Uygarlığımızın vardığı noktada, Orman Yasalarının yerine bireylerin, yani her birimizin haklarını, özgürlüklerini koruyan sayısız maddeleri taşıyan yasalar yaptık.

Dedik ki kimse itilip kakılmasın, yaşama hakkı elinden alınmasın;

Kimse dünyamızın ve uygarlığın bize verdiği nimetlerden mahrum bırakılmasın;

Çocuklar aç kalmasın. Çocuklar soğukta kalıp hastalanmasın;

Birkaç güçlü her şeye sahip olup gariban çoğunluğu aç açık yaşamaya mahkûm etmesin;

Yani artık “Orman Yasaları” değil, “Uygarlık Yasaları” geçerli olsun, dedik.

Hatta hayvanların haklarını tanıdık. Onlara eziyeti, zulmü yasakladık.

Peki; bütün bunlara, hayatımızı kolaylaştıran onca araca gerece, alet edevata, yasalara, yasaları uygulayan kurumlara, kendi seçtiğimiz hükûmetlere, bizlerin iyiliği için kuram geliştiren bunca filozofa, bilim adamlarına, dinlere, din adamlarına karşılık durum nasıl?

Tüm bunlara sahipken ne kadar adalet, eşitlik ve özgürlük içinde yaşıyoruz?

Oylarımızla iktidara gelenler, kısa sürede, iktidar olmanın ballı nimetlerinin tadına varınca başka türlü düşünmeye başlamıyorlar mı?

Yandaşlarını devletin her kademesine yerleştiriyorlar.

İktidarlarından kazanç sağlayan gruplarla iş birliğine giriyorlar.

Böylece iktidar ve etrafında, ülkedeki zenginliklerin paylaşıldığı bir grup oluşuyor.

Bu duruma karşı koyanları, yani muhalefeti, ellerindeki devlet gücü ve yandaş imkânlarıyla susturuyorlar.

Televizyon, gazete, film, radyo propaganda bombardımanıyla insanların beyinleri yıkanıyor.

Uydurma haberler ve telkinlerle korkutulan ve kandırılan kitlelerin oyları alınarak iktidarda kalmanın demokratik yolu da bulunuyor.

Ve insanoğlu giderek tepkisizleştiriliyor. Buz gibi soğuk havada titreyerek sıcak suyun içindeki hemcinslerine bakan maymun misali, mütevekkil, çaresiz, dünya nimetlerinin bir avuç insan tarafından yağma edilişini izliyor.

Savaşların, uydurma dayatmaların, korkutmaların amacı dünyanın zenginliklerine el koymak, nimetlerini sahiplenmek, güzellikleri zimmete geçirmek değil mi?

Çekilen acıların, sefaletin, cinayetlerin nedeni bu bitmeyen yağma ve bunu besleyen doymak bilmez iştiha değil mi?

Oysa;

dünya öylesine büyük,

öyle güzel,

öyle sonsuz ki

deniz kıyılarında

her gece hepimiz

yan yana uzanıp yaldızlı kumlarda,

yıldızlı suların türküsünü

dinleyebiliriz

No comments:

Post a Comment