Thursday, September 30, 2010

Gül Bahçesinde Gezinirken - Mayıs 2010

GÜL BAHÇESİNDE GEZİNİRKEN


02 Mayıs 2010, 10:32

Yazan: HALİT ANGINER



Sadi-i Şirazi, yani Şirazlı Sadi, Doğu Edebiyatı ve Doğu düşüncesinin önde gelen isimlerinden birisi.


Kaynakların kimine göre doksan yıllık bir ömür yaşamış. Kimi kaynaklarsa yüz altı yıl yaşadığını söylüyor.


Yüz altı yıllık ömrün kimi yılları yokluk ve eziyet, kimi yılları ise huzur içinde geçmiş.


Şiraz’da başlayan hayatı yine Şiraz’da son bulmuş.


Bir zamanlar babamın kitapları arasında bulup da okuduğum Sadi’nin Gülistan’ını, ara ara tekrar okuyorum.


Orada burada rastladığım ya da gelen bir e-mail de çıkan kıssadan hisse türünden vecizeler bazen Sadi’yi hatırlatır.


Çünkü bu kıssadan hisselerin bir kısmı Sadi’nin Gülistan’ından alınmadır.


Babası ölünce yoksul düşmüş Sadi. Pek küçükmüş o zaman. Üstelik ülkesini Moğollar işgal etmiş; yakıp yıkıyorlarmış.


Okuma şansını elde ettiğinde başarılı bir öğrenci olmuş Sadi.


Zamanının diğer filozoflarının yaptığı gibi o da, bilgiyi alabileceği öğretmenleri bulabilmek için bütün Orta Doğu’yu, Anadolu dahil, şehir şehir gezmiş.


Gezilerinde düşünen kişilerle tanışmış. Onlardan fikirler almış, onlara fikirler vermiş... Öğrenmiş, öğrendiklerini de dağarcığında biriktirmiş.


Bir gün Kudüs’ü işgale gelen Haçlı ordularından bir askerî birlikle karşılaşınca, esir edilmiş.


Böylece Sadi için yedi yıl sürecek esirlik günleri başlamış. Akka Kalesi zindanında yatmış.


Tam yedi yıl kale çevresini saran hendeklerin kazılmasında, çamurdan kerpiç yapılması gibi çeşitli işlerde köle olarak çalıştırılmış.


O günlerinde yazdığı şiirde şöyle sesleniyor:


Ey misler kokan bahar rüzgârı
Oralara yolun düşerse eğer
Yani bizim taraflara, Şiraz’a doğru
Herkese benden haberler ver
Söyle buralarda esir olduğumu


Derken ticaret için Akka’ya gelen Müslüman bir tüccar Sadi’yi ve diğer esir Müslümanları satın alarak esaretten kurtarmış.


Sadi’deki bilgeliği farkedince, Sadi’yi evine almış. Sonrasında da kızıyla evlendirmiş.


Ama karısının bitmeyen dırdırı ve vırvırı, Sadi’nin evi terketmesiyle sonuçlanmış.


Böylece, Sadi derdinden Derviş olup yollara düşünce, dünyamız bir şair - filozof daha kazanmış.


Pek emin değilim ama sanki böyle bir şeyler kalmış gibi aklımda:


“Evdekinin dırdırı adamı filozof yapar!”

Kimbilir, belki yanlış hatırlıyorumdur.


Derviş Sadi Mısır’a, Hindistan’a gitmiş. İnsanları tanımış, dinlemiş. Geleneklerini, dinlerini öğrenmiş.


Ve derken ülkesine ve yıllardır uzak kaldığı Şiraz’a dönmüş. Artık Moğol tehlikesi de yokmuş.


Yılların yorgunluğuyla artık dinlenmeye, etliye sütlüye karışmamaya karar vermiş.


Böylece kimseye karışmaz ve kimseyle görüşmezken bir arkadaşı ona ısrarla, birikimini kendisine saklamayıp bilgisi ve görgüsüyle insanları aydınlatması gerektiğini söylemiş.


Bu dost, bir defasında bütün bir gece boyunca Sadi’yle bu meseleyi konuşmuş. Sadi’yi, insanları aydınlatmak için çalışmaya ikna etmekle uğraşmış.


O geceyi Sadi şöyle anlatıyor:


- Gece birlikte bir bağdaydık. Gönül açan ağaçlar birbirine sarılmıştı. Yerlere mineler saçılmış, göğe sanki Süreyya yıldızının gerdanlığı asılmıştı.
Bahçede Ab-ı Hayat’a benzeyen buz gibi sular akıyordu. Renk renk çiçekler ve meyveler arasında çimlere serdiğimiz halılar üzerinde oturduk.
Sabah oldu. Geri döneceğiz. Baktım dostum kucağını güllerle doldurmuş, evine götürecek.
Ona dedim ki: “Boşuna taşıma onları. Çiçeklerin ömrü kısa olur. Ne gül kalır ne bahçe. Ermişlerin sözüdür: Geçici şeylere gönül verme!”
Dostum sordu: “Peki, ne yapayım o halde?”
Cevap olarak: “Dediğini tutacağım. İnsanlardan kaçmayacağım. Gönülleri açan, ruhları saran bir kitap yazacağım adı “Gül Bahçesi” olacak.
Öyle bir kitap olacak ki Sonbahar rüzgârı ona hiç dokunamayacak, hep ter-ü taze kalacak. Solmayacak, sararmayacak. Dedim.”
Dostum bunları duyunca kucağındaki gülleri yere döktü, ellerime sarıldı.
Birkaç gün sonra Gülistan’ın yazdığım ilk sayfalarını temize çekerek dostuma verdim.

İşte Sadi’nin hayatı ve Gülistan’ın yazılış hikâyesi kısaca böyle.


Sadi, Gül Bahçesi’nde, başından geçen veya başkalarından duyduğu bir olayı kısa olarak anlatır önce.


Sonra bu hikâyeden hisse çıkarır ve okura basit yol gösteren, akılda kalıcı, kısa bir yorum yapar.


Bazen, kıssadan hisseye, dostlarının yaptığı itirazları ekler ve onların itirazlarından da hisse çıkarır ve bunları da okura aktarır.


Sadi’nin kitabı, yaşadığı çağın gereği devlet büyüğüne, yani Sultan’a ithaf ve takdim edilmiş olmasına rağmen, hikâyelerde sultanları ve idarecileri çekinmeden eleştirmiştir.


Hikâyeleri, şiirleriyle süsler.


İşte Gülistan’dan kısa iki hikâye:


HİKÂYE

Bir gün Bağdat’a bir derviş gelmiş. Derviş’in her duasının kabul edildiğini duyan Bağdat Valisi Zalim Haccac onu çağırmış ve Derviş’e:

“Benim için bir hayırlı bir dua et,” demiş.

Derviş dua etmiş: “Allah’ım bu adamın canını al!”

Zalim Haccac kızmış: “Bu nasıl hayırlı dua!”

Derviş: “Bu hem senin için hem de halk için hayırlı bir duadır,” diye cevap vermiş.


ŞİİR

Ey emri altındakileri inciten

Bu hâl bakalım ne kadar sürecek

Sana yakışmıyor hükûmet etmek

Ölmen daha iyidir halka zulmünden


HİKÂYE

Bir yıl için dünya işlerinden el ayak çekip Şam’daki Yahya Peygamber’in mezarının bulunduğu camide inzivaya çekilmiştim.

Bir gün insafsızlığıyla şöhretli bir Arap Emiri camiye geldi, namaz kıldı.

Bana dedi ki: “Zorlu bir düşmanım var. Bana öyle bir himmette bulun ki bu düşmandan bana zarar gelmesin.”

Ona dedim ki: “Sen zayıf halka karşı merhametli olursan, o zorlu düşmanın da sana merhametli olur.”


ŞİİR

kolu güçlü olan

yanlış yapar bir zavallının kırarsa kolunu

korksun düşkünlere acımayan

fenalık tohumları eken biri

hiç iyilik biçebilir mi

boşa yorma kafanı, saçma şey bu

ham hayaldir düşünmek böylesini

çıkar kulağından pamuğu,

duy halkın ne istediğini, ne söylediğini

halkın işini gör

halkın işini adaletle gör

eğer adaletle görmezsen halkın işini

göreceksin adalet gününün geldiğini

ızdırabını duymazsan başkasının

hiçbir zaman insan olamazsın.

No comments:

Post a Comment