Thursday, September 30, 2010

Hem Faşist Hem Sanatçı Olur mu? - Nisan 2010

HEM FAŞİST HEM SANATÇI OLUR MU ?


07 Nisan 2010, 11:31

Yazan: HALİT ANGINER



Yaşar Kemal bir futbol maçında rastladığı Tarık Buğra‘ya;


- O kitapları sen yazıyorsan faşist değilsin! Çünkü bir insan hem faşist hem sanatçı olamaz, demiş.


Bu gerçekten böyle midir dersiniz? Faşizm dendiğinde akla insanın onuruna, insanın yarattığı güzel olan her şeye yapılan saldırı geliyor.


Böyle düşününce “bir insan faşistse sanatçı olamaz” gibi bir sonuca varmak doğal bir şey gibi görünüyor.


Yoksa işin doğrusu sanatçının ürünüyle, eseri ile siyasal görüşünü birbirine karıştırmamak mı?


Belki böylece sanatçıyı yalnızca eserleriyle yargılar ve politik görüşlerini beğenmesek bile eserlerinden aldığımız tadı bozmamış oluruz?


Sanatçının ruhu enginlerde dolaşır. Hızlı rüzgârlara kapılmıştır. Bir o yana olur yönü, bir bu yana...


Çelişkili görünen düşünceleri, onun yaratıcılığının sırrıdır.


İyi adamı da anlatır romanında, kötü adamı da. Her ikisini hem beyninde hem ruhunda yaşatır.


Şiirleri bazen duygusaldır, bazen isyankâr.


Yaptığı müzik bir aşkın hüznünü anlatırken, sözleri kitleleri direnişe çağırır.


Anlattıklarını, yarattığı karakterleri yaşar ki, yazıp çizdiğinde, okurunu, dinleyenini etkileyebilsin.


Yani sanatçı bin yüzlüdür. Bazen bizimle aynı çizgide, bazen de tam zıt bir yörüngede olabilir.


Gerçek hayatta da aynı çelişkileri her insan yaşamıyor mu?


Aşkı ve nefreti aynı kafada taşımıyor mu insanoğlu!


Aynı kişiyi çılgınca seviyor, sonrasında ondan çılgınca nefret edebiliyor.


Bazen, sadece görmek istediğini görüyor; eğriliğine doğruluğuna bakmaksızın.


Dayandım nasılsa
bir daha unutamam
o korkular ve kaygılardı
karartan damarlarımı,
sonra göklere uçup giden;
unutulmuş yeşillikler gibi, bir kıyıda
günlüklerin çiçekler açıp büyüdüğü.

geri gelmeli artık geri gelmeli,
o sevda seneleri.

Mısraların yazarı, çağdaşı şiir dünyasını çok etkileyen Rimbaud, kısa süren yaşamında Afrika’da esir ticareti yapmıştı.


Zincirlere vurulmuş köleler, kamçılanan, zincirlenen insanlar. Acılar, acılar ve ardından kalplere fısıldanan şiirler...


Nasıl yan yana gelebiliyor bunların hepsi?


Bitmeyen Kavga romanında ezilen insanların yanında yer alan Steinbeck, Amerika’nın Viyetnam politikasını da desteklemişti.


Bombalar yalın ayaklı, aç Viyetnamlıların üzerine yağmur gibi yağarken, o, Nobel ödüllü Steinbeck bombaları atan askerî birlikleri ziyaret ediyor, onlara moral veriyordu.


Ünlü Açlık kitabının yazarı Knut Hamsun, Norveç’i işgal eden Nazilerle iş birliği yaptığı iddiasıyla, savaş sonrası yargılandı ve mahkûm oldu.


İnsan ruhuna, Kuzey’in sırlarla örülü kuytularında, büyülü ormanların ücra köşelerinde, duygu dolu ilişkileri yaşatan Hamsun faşist olabilir miydi?


En güzel aşk romanlarından birinin yazarı, tabiatla özdeşleşen insanın ruhsal zenginliğini, büyük bir gözlem derinliğiyle anlatan, sayfalarından şiirler fışkıran bir yazar faşist olabilir mi?


Türk hikâyesine sıradan insanları sokan ve hikâyelerinde halkı anlatan, aynı zamanda akıcı romanların yazarı Refik Halit, İstanbul’u işgal eden yabancı güçlerin yanında yer almıştı.


Ortaokuldayken, İstanbul bıçkınlarını anlatan romanlarını severek okuduğumuz Refii Cevat da Kurtuluş Savaşı’na karşıydı. Kurtuluş savaşçıları yakalansın, cezalandırılsın istiyordu.


Her iki yazar da, işgalcilerle savaşan Millî Kuvvetlere karşı çıkan yazılar yazdılar.


Savaş sonrasında aleyhinde yazdıkları Kuvayi Milliyeciler onları affetti. Böylece Türk okurları her iki yazarı da okumaya devam etti.


Onlar da yaşamlarının sonuna kadar kurtuluşçularla birlikte uyum içinde yaşadılar, kitaplar yayımladılar.


Belki gerçekte hiçbir zaman yanlış düşünmüyorlardı. Belki o an sanatçı hayal gücü onları bir başka ortamda yaşatıyordu.


Belki doğru onlara, o an için öyle geldi. Sonrasında değişti. Bizler için de aynı değil mi?


Doğrularımız sürekli değişmiyor mu?


Sıkı bir devrimciyken, kitleleri heyecanlandıran, sürükleyen şiirler yazarken değişerek sıkı bir dindar haline gelen ve yeni düşüncesi doğrultusunda yine aynı güzellikte şiirler yazan sevdiğim bir şairin son günlerde düşünceleri nedeniyle bu defa da faşist diye suçlanması bana tüm bunları hatırlattı.


Yeni erişimleri bizlerden daha yoğun yaşayan sanatçılara pek yüklenilmemesi düşüncesindeyim.


Duyarlılıklarına saygı gösterilse daha iyi olabilir.


Yoksa işin kolayıdır, derisini yüzmek, linç etmek, yasaklamak.


Sanatçının kabına sığmayan ruhunu bırakalım liman liman dolaşsın.


Hayal gücüyle var ettiği kahramanları gibi yaşasın. Yeri gelince birbiriyle çelişir gibi görünen şeyleri de koysun ortaya.


Karşısında olsa bile, bir düşünceyi ve o düşünceyi savunanları en iyi yorumlayan da yine bir sanatçı olacaktır.


Aklıma takılan aşağıdaki mısraları da sizlerle paylaşmadan yapamayacağım.


İşte bir solcu şair, bir faşistin, bir Nazi subayının yalnızlığını, nişanlısı Karen’e hasretini bakın nasıl duygulu anlatıyor:


her şehrin garında, Karen, seni hatırlamasam
her otelin bir aynasında görünmesen Karen
bilenmiş bir yıldız gibi otuz sekiz senesinden
Münih treninden
ay ışığı dal dal kulaklarımda uğuldamıyor mu
yalnızım
böceklerin gökyüzüne savrulduğunu
görmüyor muyum
baharın ayaklanmak üzere olduğunu anlıyorum
mektupların bir türlü gelmiyor, Karen, yalnızım

kurşuna diziyoruz, Karen, ölmüyorlar
biz ölüyoruz karen dağlarda
yeni bir maya tutmuş köylüler, korkarsın
âdeta bulutlardan ekmek yoğuruyorlar

baharda delikanlı elleriyle boğazımıza sarılacaklar
yağmursuz rüzgârlar gibi kör kör boğulacağız
dağlarda
artık hiçbirimiz radyoları dinlemiyoruz
yenildiğimizi biliyoruz, Karen, duyuyoruz
kimi tutup çevirsem gözlerime tükürüyor, Karen
ben yenik SS subayı Arthur Kröger, yalnızım
Karen
ölebilsem

No comments:

Post a Comment