Dikenlidüzü’nün dikenleri
04/08/2011
“İnce Memed okunmadan Türkiye ve Türk edebiyatı anlaşılamaz!”
Ne kadar iddialı bir cümle değil mi ?
Edebiyat eleştirmeni Doğan Hızlan’ın bu cümle ile başlayan yazısını okuyunca bir zaman düşündüm.
İnce Memed’i yıllar ve yıllar önce okumuştum. O zamanlar daha yeni maaş almaya başlayan ağabeyim bir gün elinde bir kitapla gelmiş:
“Bu kitabı oku ve nasıl bulduğunu bana yaz!” demişti.
Yaz günüydü, okul tatildi. Bağda, ovayı kavuran, yakan kızgın sıcakta, söğüt ağacının gölgesine serilmiş örtüye uzanıp okumaya başladım.
Okurken her şeyi unutmuşum. Yemek falan aklıma gelmedi hiç. Bir solukta okudum, bitirdim.
Sonra oturdum, ağabeyime bir mektup yazdım, sayfalar dolusu. Bu mektup benim hayatımın ilk edebiyat ve kitap eleştirisiydi.
Arkadaşlarla buluşur, okuduğumuz dergileri, kitaplarları birbirimize anlatır ve tartışırdık. Ama, bu işi ilk defa yazılı olarak yapıyordum.
Yaşar Kemal, İnce Memed’i nasıl yazdığını anlatırken:
“Oturduğum ev sobalıydı. Odun alacak param yoktu. O yıl, yani 1953 yılı, müthiş bir kış olmuştu. İstanbul Boğazını buzlar kaplamıştı. Evde ne varsa hepsini kat kat üzerime giyiniyor, elimde eldivenler, öyle yazıyordum.” diyor.
O, güç şartlarda doğarak, dünyaya gözlerini açan İnce Memed büyük bir ilgiyle karşılanmış.
Ancak, memleketi idare edenler, ağa baskısı altındaki köyü ve köylüyü ve bu baskıya karşı çıkan bir çocuğun hikayesini anlatan romanı, hiç sevmemişler.
Bu birkaç yüz sayfalık kitabı, ülkenin temellerine konan bir dinamit olarak görmüşler.
Memleketi Yaşar Kemal’den ve herkesten daha çok seven güçleri harekete geçirerek kitabın önüne engeller çıkarmaya başlamışlar.
Mesela romanın Türkiye’de sinemaya aktarılması yasaklanmış.
Hollywood’un 20th Century Fox şirketi romanı film yapmak istemiş ve o zamanın parasıyla 250,000 Dolar ödeyerek sinema haklarını satın almış.
Filmi Türkiye’de çekmek istemişler ama buna izin verilmemiş.
Filmi Türklerin yaşadığı ve Türkiye’ye benzeyen Yugoslavya’da çekmek zorunda kalmışlar.
Anlaşmaya göre filmin Türkiye’de gösteriminden doğacak kazanç Yaşar Kemal’in olacakmış.
Ama Türk Hükümeti, Türkiye’de çekilmesine izin vermediği filmin, Türkiye’de gösterilmesine de izin vermedi.
İnce Memed, dünyanın bütün önemli dillerine çevrildi. Bir çok ülkede yayımlandı.
Yaşar Kemal’i ve Türkiye’yi bütün dünyaya tanıttı.
Bütün dünyada, milyonlarca insan İnce Memed’in şahsında Türk halkını sevdi. Merak etti Türkiye’ye geldi.
Ama, İnce Memed, romanı ve filmi bütün dünyada okunur, izlenir ve sevilirken, Türkiye’yi yönetenler tarafından hiç sevilmedi.
Fransa Cumhurbaşkanı’nın, Paris’te, Yaşar Kemal’e verdiği Legion d’honneur Ödülü törenine davetli bir çok yabancı büyükelçi ve devlet adamı katılırken, davete katılmayan yalnızca Türkiye Devleti’nin Büyükelçisiydi.
Niye peki?
Vatanının, taşına, toprağına, insanına böylesine sevdalı bir yazara sahip olsalardı, yazarlarının böyle bir ödülü alması Kanada’da ve Amerika’da nasıl karşılanırdı?
Türk edebiyatının diğer Kemalleri gibi -Kemal Tahir ve Orhan Kemal- Yaşar Kemal de hayatı boyunca sürekli devletin desteği ile değil, kösteğiyle karşılaştı.
Diğerleri gibi, o da hapislere atıldı. Neden?
Çünkü;
Onlar, ümidin düşmanıdır sevgilim,
akan suyun,
meyve çağındaki ağacın,
serpilip gelişen hayatın düşmanı..
Doğan Hızlan’ın yazısını okuyunca dalıp gittim. İnce Memed’i bir yaz günü okumuştum, yine böyle bir yaz günü şöyle bir karıştırayım diye elime aldım.
İlk sayfaya başladım ve elimden bırakamadım bir daha. Kitap bittiğinde geçmişe döndüm.
Yaşar Kemal’in Çukurova’yı anlatan başka romanlarını da sanki hep yaz günleri okumuşum gibi geldi: Demirciler Çarşısı Cinayeti, Ölmez Otu...
Yine bir yaz günü İnce Memed’i bir defa daha okudum. Okurken büyük haz duydum. Olayları Memed’le birlikteymiş gibi yaşadım.
İnce Memed’le çift sürerken Dikenlidüzü’nün çakır dikenleri ayaklarımı daladı.
Toroslar’ın doruklarındaki kaynaklardan, kana kana, buz gibi sular içtik.
Kozan’ın, Kadirli’nin tozlu yollarında birlikte yürüdük.
Kızgın kayaların ardına sığındık, uçuşan mermiler değmesin diye başımızı eğip saklandık.
Yörük çadırının direğinin sedef kakmalarına, rengarenk nakışlı örtülere hayran olduk.
Memed’le, yer sofrasında, kalaylı sahandaki süte, tahta kaşıklarımızı birlikte salladık.
Ve sonunda, muhteşem finalde, Dikenlidüzü’nün çakır dikenlerini birlikte ateşe verdik.
Not: The Guardian gazetesi okurlarına bu yaz Yaşar Kemal’i ve Orhan Pamuk’u okumalarını tavsiye etmiş.
Ne kadar iddialı bir cümle değil mi ?
Edebiyat eleştirmeni Doğan Hızlan’ın bu cümle ile başlayan yazısını okuyunca bir zaman düşündüm.
İnce Memed’i yıllar ve yıllar önce okumuştum. O zamanlar daha yeni maaş almaya başlayan ağabeyim bir gün elinde bir kitapla gelmiş:
“Bu kitabı oku ve nasıl bulduğunu bana yaz!” demişti.
Yaz günüydü, okul tatildi. Bağda, ovayı kavuran, yakan kızgın sıcakta, söğüt ağacının gölgesine serilmiş örtüye uzanıp okumaya başladım.
Okurken her şeyi unutmuşum. Yemek falan aklıma gelmedi hiç. Bir solukta okudum, bitirdim.
Sonra oturdum, ağabeyime bir mektup yazdım, sayfalar dolusu. Bu mektup benim hayatımın ilk edebiyat ve kitap eleştirisiydi.
Arkadaşlarla buluşur, okuduğumuz dergileri, kitaplarları birbirimize anlatır ve tartışırdık. Ama, bu işi ilk defa yazılı olarak yapıyordum.
Yaşar Kemal, İnce Memed’i nasıl yazdığını anlatırken:
“Oturduğum ev sobalıydı. Odun alacak param yoktu. O yıl, yani 1953 yılı, müthiş bir kış olmuştu. İstanbul Boğazını buzlar kaplamıştı. Evde ne varsa hepsini kat kat üzerime giyiniyor, elimde eldivenler, öyle yazıyordum.” diyor.
O, güç şartlarda doğarak, dünyaya gözlerini açan İnce Memed büyük bir ilgiyle karşılanmış.
Ancak, memleketi idare edenler, ağa baskısı altındaki köyü ve köylüyü ve bu baskıya karşı çıkan bir çocuğun hikayesini anlatan romanı, hiç sevmemişler.
Bu birkaç yüz sayfalık kitabı, ülkenin temellerine konan bir dinamit olarak görmüşler.
Memleketi Yaşar Kemal’den ve herkesten daha çok seven güçleri harekete geçirerek kitabın önüne engeller çıkarmaya başlamışlar.
Mesela romanın Türkiye’de sinemaya aktarılması yasaklanmış.
Hollywood’un 20th Century Fox şirketi romanı film yapmak istemiş ve o zamanın parasıyla 250,000 Dolar ödeyerek sinema haklarını satın almış.
Filmi Türkiye’de çekmek istemişler ama buna izin verilmemiş.
Filmi Türklerin yaşadığı ve Türkiye’ye benzeyen Yugoslavya’da çekmek zorunda kalmışlar.
Anlaşmaya göre filmin Türkiye’de gösteriminden doğacak kazanç Yaşar Kemal’in olacakmış.
Ama Türk Hükümeti, Türkiye’de çekilmesine izin vermediği filmin, Türkiye’de gösterilmesine de izin vermedi.
İnce Memed, dünyanın bütün önemli dillerine çevrildi. Bir çok ülkede yayımlandı.
Yaşar Kemal’i ve Türkiye’yi bütün dünyaya tanıttı.
Bütün dünyada, milyonlarca insan İnce Memed’in şahsında Türk halkını sevdi. Merak etti Türkiye’ye geldi.
Ama, İnce Memed, romanı ve filmi bütün dünyada okunur, izlenir ve sevilirken, Türkiye’yi yönetenler tarafından hiç sevilmedi.
Fransa Cumhurbaşkanı’nın, Paris’te, Yaşar Kemal’e verdiği Legion d’honneur Ödülü törenine davetli bir çok yabancı büyükelçi ve devlet adamı katılırken, davete katılmayan yalnızca Türkiye Devleti’nin Büyükelçisiydi.
Niye peki?
Vatanının, taşına, toprağına, insanına böylesine sevdalı bir yazara sahip olsalardı, yazarlarının böyle bir ödülü alması Kanada’da ve Amerika’da nasıl karşılanırdı?
Türk edebiyatının diğer Kemalleri gibi -Kemal Tahir ve Orhan Kemal- Yaşar Kemal de hayatı boyunca sürekli devletin desteği ile değil, kösteğiyle karşılaştı.
Diğerleri gibi, o da hapislere atıldı. Neden?
Çünkü;
Onlar, ümidin düşmanıdır sevgilim,
akan suyun,
meyve çağındaki ağacın,
serpilip gelişen hayatın düşmanı..
Doğan Hızlan’ın yazısını okuyunca dalıp gittim. İnce Memed’i bir yaz günü okumuştum, yine böyle bir yaz günü şöyle bir karıştırayım diye elime aldım.
İlk sayfaya başladım ve elimden bırakamadım bir daha. Kitap bittiğinde geçmişe döndüm.
Yaşar Kemal’in Çukurova’yı anlatan başka romanlarını da sanki hep yaz günleri okumuşum gibi geldi: Demirciler Çarşısı Cinayeti, Ölmez Otu...
Yine bir yaz günü İnce Memed’i bir defa daha okudum. Okurken büyük haz duydum. Olayları Memed’le birlikteymiş gibi yaşadım.
İnce Memed’le çift sürerken Dikenlidüzü’nün çakır dikenleri ayaklarımı daladı.
Toroslar’ın doruklarındaki kaynaklardan, kana kana, buz gibi sular içtik.
Kozan’ın, Kadirli’nin tozlu yollarında birlikte yürüdük.
Kızgın kayaların ardına sığındık, uçuşan mermiler değmesin diye başımızı eğip saklandık.
Yörük çadırının direğinin sedef kakmalarına, rengarenk nakışlı örtülere hayran olduk.
Memed’le, yer sofrasında, kalaylı sahandaki süte, tahta kaşıklarımızı birlikte salladık.
Ve sonunda, muhteşem finalde, Dikenlidüzü’nün çakır dikenlerini birlikte ateşe verdik.
Not: The Guardian gazetesi okurlarına bu yaz Yaşar Kemal’i ve Orhan Pamuk’u okumalarını tavsiye etmiş.
No comments:
Post a Comment