Saturday, March 30, 2013


Somali ağıdı


Batıda insanlar aşırı yemenin yol açtığı obezite sorunuyla mücadele ederken kaynakları sömürülen Afrika'da açlık can almaya devam ediyor. (Gazeteler)

zenciyim ben,
karayım, gecenin karanlıkları,
Afrika'nın derinlikleri kadar kara

köleyim ben,
Sezar kapısını temiz tutmamı emrederdi,
ben parlatırdım Washington'un çizmelerini

işçiyim ben,
benim emeğimle yükseldi piramitler
ben kardım Woolworth binasının harcını

şarkıcıyım ben,
Afrika'dan Georgia'ya,
taşıyıp getirdim keder dolu türkülerimi

benim kıyılan,
Belçikalılar Kongo'da ellerimi kesti
Mississipi’de linç ediyorlar beni

ben bir zenciyim,
karayım, gecenin karanlıkları kadar,
Afrika'nın derinlikleri kadar kara


Hiçbir şeyden çekmedi Afrikalı, renginden çektiği kadar.

İnsanlığın bütün kayıtlı tarihinde, masallarında, efsanelerinde köle olarak yerini alır Afrikalı.

Üstün beyaz adam Afrika’ya gelir, sağlam, sağlıklı, güçlü kara adamları seçer, alır ülkesine götürürdü.

Onları, atı, ineği, koyunu gibi kullanır, alır, satardı. İsterse çalıştırır, isterse dövüştürürdü.

Afrika yüzlerce yıl beyaz adamın köle deposu olarak çalıştı.

Ne zaman ki uygarlık daha da gelişti, uygar ülkeler Afrika’da, kara derili adamdan başka şeylerin de olduğunun farkına vardılar, o zaman işler değişti.

Beyaz adam artık Afrika’ya adam siparişi vermiyordu. Çünkü bu defa kendisi gelip Afrika’ya yerleşti.

Kara adam yine her zamanki gibi köleydi. Ama artık yabancı yerlerde değil, kendi topraklarında beyaz adamın kölesiydi.

Beyazlar Afrika’ya yerleşirken büyük katliamlar yaptılar. Kara adamların topraklarını ellerinden aldılar.

Karaların işe yarayanlarını çiftliklerde, madenlerde çalıştırdılar. İşe yaramayanları verimsiz arazilere, çöllere sürdüler, onlara hastalık bulaştırdılar.

Kara adamlar açlıktan, hastalıktan öldüler. Ara ara isyan ettiler. Beyaz adam onları dünyaya “Vahşiler“ , “Yamyamlar“ olarak tanıttı.

Sinemada, beyaz perdede, Mau Mau’ların Kenya’da, Mehdi’nin Hartum’da, beyaz adama isyanını gören bizler bu isyanların gerçek nedenini anlayamadık.

Bu isyanlar vahşiceydi, anlamsızdı. Uygarlığı getirenlere böyle mi teşekkür edilirdi?

Böylece, sinemalarda, koltuklarımıza yayılarak, vahşi Mau Mau’ları kurşunlayan, kılıçla savaşan Mehdi’nin askerlerini makineli tüfekleriyle biçip yok eden beyazları alkışladık.

Bakın son günlerde olup bitene: Hâlâ aynı duygular içinde değilmiyiz! Hayat karmaşası ve hay-u huy içerisinde bize ne anlatılırsa ancak onu biliyor ona inanıyoruz.

Gerçekleri öğrenmek için yeni yalanlarla dolu bir yüzyıl daha geçecek galiba.

Afrika kıtası, dünyada var olan Kobalt’ın %90’ına, Platinin %90’ına, Altın’ın %50’sine, Krom’un %98’ine, Tantal’ın %70’ine, Manganez’in %64’üne, Uranyum’un %35’ine sahip.

Her gün 700 çocuğun açlıktan öldüğü Kongo Cumhuriyeti tek başına dünya da var olan Koltan’ın %70’ine ve dünya elmas reservlerinin %30’una sahip.

Gine dünyanın en büyük Boksit ihracatçısı.

Mısır, Libya, Sudan, Nijerya Petrol denizi üzerinde yüzüyorlar.

Peki!

Nasıl oluyorda böylesi zenginliğin ortasında açlıktan ölüyor Afrika?

Nasıl oluyor da hastalıktan kırılıyor Afrika?

Nereye gidiyor Afrika topraklarından çıkarılan Altın, Elmas, Platin, petrol, Krom, Manganez?

Sabah, akşam Afrika’dan taşınan gemiler dolusu yer altı zenginliklerinin bir bedeli yok mu?

Varsa bu bedeller kimler için, nerelerde istifleniyor?

Libya, bir ara, Afrika ülkelerinin eski sömürgecilerden tazminat talep etmelerini istemişti.

Ya yeni sömürgeciler?

Yeni sömürgeciler eskiler gibi eli sopalı değiller. Kendilerine içeride işbirlikçiler buluyorlar ve işler onlar eliyle yürütülüyor.

Ve perdenin önünde bir deri, bir kemik çocuklar..
kara derililerin yası duyuluyor ansızın
tamtamlarında:

hapitiki hapitakü takü

neden, dedim yanımdakine, neden Fransız Afrikası?
çünkü, dedi, uygarlık götürüyoruz
din taşıyoruz ışıldayan haçlar üstünde
ancak bizimle olabilir o yerlerin uyanması

cıncık boncukların Fransız Afrikası
ver portakalını, ver muzunu, madenini ver
işte sana yeni tanrının duası
çalışmak Eyfel’e doğru
bir sonsuz kaderin raksında:

hapitiki hapitakü takü

No comments:

Post a Comment