Saturday, March 30, 2013



Tarihi yeniden yazmak


Tarih her zaman okurun ve TV izleyicisinin ilgisini çekmiştir. Bu nedenle tarihî olay ve kişilikleri anlatan konuşmalar, filmler, romanlar hep okuyucu, dinleyici ve izleyici bulmuştur.
Tarihî kahramanların hikâyeleri çoğu zaman insanlara hayal ürünü roman kahramanlarından daha ilginç gelir.
Çünkü o kahramanın ismi bir yerlerden duyulmuştur. Bir filmde ya da bir hikâyede adı geçince de hemen insanın dikkatini çeker doğal olarak.
Konunun kahramanı; sınıfta öğretmenin anlattığı dersten, bir gazete yazısından ya da birinin anlattığı bir hikâyeden beynin çağrışımıyla hatırlanıverir.
Böylece, anlatılan olaya olan ilgi artar.
Son zamanlarda geçmişte meydana gelmiş olaylar daha sık tartışılır oldu.
Televizyonlarda bu konular tartışılıyor, kitaplar yayımlanıyor.
Yıllarca Kanada’da yaşayınca insan birçok şeyden haberdar olamıyor.
İnternet çok yeni. Onun öncesinde uzun yıllar bir çok şeyden haberimiz olmadı.
Şimdi öğreniyoruz. Ama bu olayları bize anlatanlar doğruları mı söylüyorlar?
Bu konuda pek şüpheliyim. Nedenini ise şöyle açıklayabilirim:
Mahallemizdeki bütün çocuklar gibi ben de altı veya yedi yaşından itibaren çalışmaya başladım.
Babasının iş yeri olmayanlar, yaz tatili gelince bir yerlere çırak girerlerdi.
Analar babalar böylelikle çocukları zanaanat öğrensin, bir meslek sahibi olsun isterlerdi.
Öyle ya her çocuk okuyacak değildi ki! Hem sonra bir hayli de masraflıydı okumak. Evin ise acele kazanca gereksinimi vardı.
Babam esnaf olduğundan ben de, benden önce ağabeyimin, benden sonra küçük kardeşimin çalıştığı gibi dükkânımızda çırak olarak çalıştım.
Babam hiç okula gitmemişti. Okuma yazmayı ise bulduğu ilk fırsatta gece kurslarında öğrenmişti.
Her şeyi merak ederdi. Her şeyi öğrenmeye çalışırdı. Okuduğunu ve duyduğunu da unutmazdı.
Her olay karşısında babamın belleğinde, anlatacağı ve kıssadan hisse çıkaracağı bir şeyler bulunurdu.
Tüm bunları nasıl hatırladığına hep şaşardım. Cumhuriyet tarihini, Türkiye politikalarını, hele İkinci Dünya Savaşı‘nı detaylarıyla bilirdi.
Babam gazete ve birkaç dergi –o zamanki adıyla mecmua– alırdı.
Gece gündüz çalıştığından okumaya pek vakit bulamazdı ama bu duruma şöyle bir çözüm bulmuştu:
Okul dönüşü babama uğradığımda veya yazları orada çalıştığım zamanlarda, babam beni çalıştığı tezgâhın yanına oturtur ve gazeteyi okumamı isterdi.
Babam ayakkabı yaparken, çekicin tak takları arasında gazeteyi babama okurdum.
Gazeteler dört yaprak, sekiz sahifeydi. Önce haberleri, sonra köşe yazılarını okurdum.
Babam iktidar yanlısıydı; dolayısıyla da o eğilimdeki gazeteyi alırdı. Kahveci İhsan Amca muhalifti ve muhalefet yapan gazeteyi alırdı.
İhsan Amca‘dan muhalif gazeteyi ister, onu da babama okurdum. Dergiler için aynı şey tekrarlanırdı.
Aldığımız gazete ve dergileri sıralar, sedir altlarında, fazlasını ise bahçedeki sayada saklardık.
Ben üniversitede okurken sayayı yağmurlarda su basmış ve evimizin tek hazinesi çöpe gitmiş.
Neler yoktu ki koleksiyonda: Dergi koleksiyonları, Cumhuriyet’in 10.uncu yılından başlayarak, İkinci Dünya Savaşı ve 50‘li, 60‘lı yılların gazeteleri...
Bu okumalar zamanla bende bir başka merak uyandırdı: Gazetelerde okuduğum olaylar ve kişiler hakkında daha geniş bilgi edinme merakı.
Aynı potadan geçmiş olan ağabeyim sayesinde bu olanağım oldu. Onun alıp okuduğu kitaplar sonrasında bana kalıyordu.
Şimdi o günlerden bir şey anlatılsa, adları geçen kişiler çoklukla bana tanıdık gelir.
Bu kişilerin ve olayların çoğu hakkında detayları da bilebilirim. Ortaokul ve lisede okurken, ders kitaplarındaki yazılı şeyleri genellikle zaten bildiğimden, bunun çok faydasını gördüm.
Bugün bile yakın zamanın olaylarından çok, o günlerdekileri daha kolay hatırlarım.
Bu nedenle okuduğum ve izlediğim olayları irdeleme, doğruyu ve yanlışı bulma şansım var.
Bir isim geçtiğinde belleğim onu buluyor ve hemen bildiklerimi anlatılanlarla karşılaştırıyor.
İşte bu nedenle bugünlerde yayımlanan kitapların bazılarına ve televizyonlardaki tartışmalara bakınca anlatılanların çoğu bana, kaynağına inmeden, internet dedikodularından derlenmiş sığ bilgiler gibi görünüyor.
Genç fikir adamları, sanırım araştırma yapacak zamanları olmadığından, dedikoduları tarihî gerçeklermiş gibi aktarıyorlar.
Duydukları -çoğu gerçek olmayan- bilgileri Amerika’yı yeniden keşfetmiş gibi anlatıyorlar.
Üstelik doğruluğundan son derece eminlermiş gibi... Gerçekler şimdiye kadar gizlenmiş de kendileri bunları ilk kez açıklıyormuş gibi...
Oysa biraz vakit bulabilseler her türlü belge ve bilginin zaten ortada olduğunu ve Amerika’yı yeniden keşfetmeye gerek olmadığını görecekler ve doğruları anlatabilecekler.
Eski yıllarda tarihçiler, gerçekleri saklayarak yanlarına sığınıp geçindikleri sultanları, beyleri üzmeyecek nitelikte tarih yazmışlardır.
Ancak 1800‘lerin ikinci yarısından itibaren muhalefet yapma olanağı doğduğundan hemen her şey hakkında yandaş veya karşıt bir şeyler yazılmıştır.
Hele Cumhuriyet‘in kuruluşundan sonra, Anadolu’ya geniş göçmen kitlesinin gelmesi, kişilerin yaşadığı, gördüğü şeylerin çokluğu, zenginliği anılarını yazanların çoğalmasına neden oldu.
Uzun savaş yılları tarihçilere yazacak çok şey, edebiyatçılara da çok konu verdi.
Hemen her şey anılarda, tarih kitaplarında yazılıdır. Ama tarih diye yalnızca okul kitaplarında yazılı olanları okuyanlar, kazara bunlar dışında başka bir şey duyarlarsa bunu hemen yazıyor, sonra da televizyonlarda yeni bir şeymiş gibi anlatıyorlar.
Oysa her şey ortada duruyor: Arşivler, kitaplar... Şimdiye kadar okunmamışsa kabahat kimin?
Ama asıl büyük kabahat konu hakkında tam bilgi sahibi olmadan, konuyla ilgili yandaş ve karşıt kitapları okumadan, görüşleri öğrenmeden yanlış şeyleri topluma bilgiçlikle aktarmakdır.
Tarih; ancak doğrular aktarılırsa yol gösterici olur.

No comments:

Post a Comment