KİM, KİMİ SEÇSİN?
09/05/2011
Hatırlayacaksınız, bir manken bayan:
“ Benim oyumla dağdaki çobanın oyu bir olur mu? ”, demişti.
Büyük tartışmalara yol açtı bu sözler. Politikacılar ve gazeteciler hemen haberin üzerine atladılar.
Güzel manken, böyle konuşarak oy kullanan geniş kitlelere bir şekilde hakaret etmiş olmuyor muydu!
Kendilerini bilgili, kültürlü olarak gören seçkinler her zaman böyle davranıyorlardı zaten.
Halkı küçümsüyorlardı. Kendilerini büyük görüyorlardı. Şimdiye kadar halk ne çekmişse bunlardan çekmişti.
Halbuki halk sağ duyuluydu. Vereceği oyla doğruyu ve yanlışı şaşmaz bir şekilde bulabilirdi.
Zaten demokrasilerde halkın oyu doğru ile yanlışın ayırımının, doğrunun bulunmasının şaşmaz pusulası, ayıracıydı.
O sıralarda yapılan tartışmalar aklıma geldiğinde, konuşmalar ya da yazılarda yapılan halk övgüsünün sınırları çok zorladığını hatırlıyorum.
Bugün bile siyasiler aynı tartışmayı diri tutarak, halkı diğerlerine, yani seçkinlere karşı uyarıyorlar.
Peki gerçekten halk seçimlerde oy vererek ortaya doğruyu çıkartıyor, sağlıklı seçim yapıyor mu?
Yaşadığımız seçimleri ve seçimler sırasında izlediğimiz olayları hatırlayınca böyle bir sonuca varmak olanaksız görünüyor.
Seçim sistemi çok gelişmiş bile olsa, halkın oyuyla seçilen iktidarlar çoğunlukla umulduğu gibi çıkmıyor.
Hem seçim sistemi, ne olursa olsun, seçmenler bilinçli ise, büyük bir engel haline gelemez.
Aslında adil kullanılmak koşuluyla, sistemlerin her birinin kendine göre doğruları vardır mutlaka.
Burada önemli olan, seçimde, seçecek olan halkın kriterlerinin ne olduğu. Seçimini neye göre yaptığı.
Seçim sonrası, seçilenlerin kurduğu hükümet ülkenin ekonomisini, iç işlerini, dış işlerini idare edecek.
Partiler seçimi kazanırlarsa yapacaklarını programlarına yazıyorlar. Ve seçimler öncesinde programları ilan ediyorlar.
Seçmen bu programlara, yani kendi geleceğine oy veriyor.
Bu işin ne kadar bilinçle yapıldığı çok önemli. Peki seçmenin programlar ve onların gerçekliği hakkında ne kadar bilgisi var?
Seçmen, dış politikayı, ekonomiyi, küreselleşmeyi, çevre sağlık politikasını, eğitim politikalarını ne kadar biliyor?
Bu bilgisini program vaadleri ile nasıl karşılaştırıyor? Kendi doğrularına uyumlu olan programı nasıl seçiyor?
Dünyayı ve ülkesini bilen, parti programlarının gerçekliğini tartabilen, seçmeni gelecek konusunda uyarmaya çalışanlar var elbette.
Ama bu Aydın diye adlandırılan, bilgili kitlenin sesini duyurma şansı, politikacılarınkinden çok az şüphesiz.
Çünkü onların arkasında büyük parasal olanaklar yok. Sermaye gurupları tarafından, medya tarafından desteklenmiyorlar.
Bu nedenle halkı uyarmak için seslerini çok zor duyurabiliyorlar.
Peki halk doğru seçimini nasıl yapacak?
Bu cevabı zor bir soru. Hayat gailesi içinde koşuşturan insanların herşeyi kendi kendine öğrenip bilmesi, pek olası değil.
Köklü batı demokrasilerinde iktidarları seçimle değiştirme olanağı var. Seçmen her şeyi bilemese de dört yıl sonra beğenmediğinin yerine yenisini seçebiliyor.
Bu dört yıl içinde atı alan belki Üsküdar’ı geçiyor ama başka ne yapılabilir !
Doğu demokrasilerde işler biraz daha zor. Lideri kusursuz bulma, ona çılgınca inanma, doğu toplumlarının büyük zaafı.
Bu bağlılık demokrasiyi bir anda diktatörlük haline getirebiliyor.
Halkın, ne yaparsa yapsın, körü körüne peşinden geldiğini gören lider, bir sultan gibi davranmakta sakınca görmüyor.
İktidara yedi sülâlesiyle yerleşiyor. Kendisinden sonra da çocukları iktidara geçiyor.
Son günlerde Orta Doğu’daki hareketlenmeler, bir çok ülke liderinin yaptıklarını ortaya çıkardı.
Basının nasıl susturulduğu, nasıl hep tek yanlı propaganda yapıldığı, aydınların nasıl hapishanelere doldurulduğu öğrenildi.
Oysa bunlar, halkın % 90’ının oyunu alarak seçilmişlerdi. Ve halk onları seçmeye devam ediyordu. Bu zalim bir çelişkidir.
Sayın Aydın Boysan bir bilimkurgu roman yazmış. Roman gelecek yüzyıllarda geçiyormuş.
O zaman da seçimler yapılıyormuş. Ama ülkede yaşayan her kişi seçimlerde oy kullanamıyormuş.
Ancak içlerinden bilgi sahibi seçkinler oy kullanabiliyorlarmış.
Yalnızca “çok şeyi bilen azınlığın” oy kullanabildiği bir seçim sistemi, “ çok az şeyi bilen çoğunluğun ” oy kullandığı seçimle karşılaştırılsa, sizce hangisi daha uygun seçim olurdu ?
“ Benim oyumla dağdaki çobanın oyu bir olur mu? ”, demişti.
Büyük tartışmalara yol açtı bu sözler. Politikacılar ve gazeteciler hemen haberin üzerine atladılar.
Güzel manken, böyle konuşarak oy kullanan geniş kitlelere bir şekilde hakaret etmiş olmuyor muydu!
Kendilerini bilgili, kültürlü olarak gören seçkinler her zaman böyle davranıyorlardı zaten.
Halkı küçümsüyorlardı. Kendilerini büyük görüyorlardı. Şimdiye kadar halk ne çekmişse bunlardan çekmişti.
Halbuki halk sağ duyuluydu. Vereceği oyla doğruyu ve yanlışı şaşmaz bir şekilde bulabilirdi.
Zaten demokrasilerde halkın oyu doğru ile yanlışın ayırımının, doğrunun bulunmasının şaşmaz pusulası, ayıracıydı.
O sıralarda yapılan tartışmalar aklıma geldiğinde, konuşmalar ya da yazılarda yapılan halk övgüsünün sınırları çok zorladığını hatırlıyorum.
Bugün bile siyasiler aynı tartışmayı diri tutarak, halkı diğerlerine, yani seçkinlere karşı uyarıyorlar.
Peki gerçekten halk seçimlerde oy vererek ortaya doğruyu çıkartıyor, sağlıklı seçim yapıyor mu?
Yaşadığımız seçimleri ve seçimler sırasında izlediğimiz olayları hatırlayınca böyle bir sonuca varmak olanaksız görünüyor.
Seçim sistemi çok gelişmiş bile olsa, halkın oyuyla seçilen iktidarlar çoğunlukla umulduğu gibi çıkmıyor.
Hem seçim sistemi, ne olursa olsun, seçmenler bilinçli ise, büyük bir engel haline gelemez.
Aslında adil kullanılmak koşuluyla, sistemlerin her birinin kendine göre doğruları vardır mutlaka.
Burada önemli olan, seçimde, seçecek olan halkın kriterlerinin ne olduğu. Seçimini neye göre yaptığı.
Seçim sonrası, seçilenlerin kurduğu hükümet ülkenin ekonomisini, iç işlerini, dış işlerini idare edecek.
Partiler seçimi kazanırlarsa yapacaklarını programlarına yazıyorlar. Ve seçimler öncesinde programları ilan ediyorlar.
Seçmen bu programlara, yani kendi geleceğine oy veriyor.
Bu işin ne kadar bilinçle yapıldığı çok önemli. Peki seçmenin programlar ve onların gerçekliği hakkında ne kadar bilgisi var?
Seçmen, dış politikayı, ekonomiyi, küreselleşmeyi, çevre sağlık politikasını, eğitim politikalarını ne kadar biliyor?
Bu bilgisini program vaadleri ile nasıl karşılaştırıyor? Kendi doğrularına uyumlu olan programı nasıl seçiyor?
Dünyayı ve ülkesini bilen, parti programlarının gerçekliğini tartabilen, seçmeni gelecek konusunda uyarmaya çalışanlar var elbette.
Ama bu Aydın diye adlandırılan, bilgili kitlenin sesini duyurma şansı, politikacılarınkinden çok az şüphesiz.
Çünkü onların arkasında büyük parasal olanaklar yok. Sermaye gurupları tarafından, medya tarafından desteklenmiyorlar.
Bu nedenle halkı uyarmak için seslerini çok zor duyurabiliyorlar.
Peki halk doğru seçimini nasıl yapacak?
Bu cevabı zor bir soru. Hayat gailesi içinde koşuşturan insanların herşeyi kendi kendine öğrenip bilmesi, pek olası değil.
Köklü batı demokrasilerinde iktidarları seçimle değiştirme olanağı var. Seçmen her şeyi bilemese de dört yıl sonra beğenmediğinin yerine yenisini seçebiliyor.
Bu dört yıl içinde atı alan belki Üsküdar’ı geçiyor ama başka ne yapılabilir !
Doğu demokrasilerde işler biraz daha zor. Lideri kusursuz bulma, ona çılgınca inanma, doğu toplumlarının büyük zaafı.
Bu bağlılık demokrasiyi bir anda diktatörlük haline getirebiliyor.
Halkın, ne yaparsa yapsın, körü körüne peşinden geldiğini gören lider, bir sultan gibi davranmakta sakınca görmüyor.
İktidara yedi sülâlesiyle yerleşiyor. Kendisinden sonra da çocukları iktidara geçiyor.
Son günlerde Orta Doğu’daki hareketlenmeler, bir çok ülke liderinin yaptıklarını ortaya çıkardı.
Basının nasıl susturulduğu, nasıl hep tek yanlı propaganda yapıldığı, aydınların nasıl hapishanelere doldurulduğu öğrenildi.
Oysa bunlar, halkın % 90’ının oyunu alarak seçilmişlerdi. Ve halk onları seçmeye devam ediyordu. Bu zalim bir çelişkidir.
Sayın Aydın Boysan bir bilimkurgu roman yazmış. Roman gelecek yüzyıllarda geçiyormuş.
O zaman da seçimler yapılıyormuş. Ama ülkede yaşayan her kişi seçimlerde oy kullanamıyormuş.
Ancak içlerinden bilgi sahibi seçkinler oy kullanabiliyorlarmış.
Yalnızca “çok şeyi bilen azınlığın” oy kullanabildiği bir seçim sistemi, “ çok az şeyi bilen çoğunluğun ” oy kullandığı seçimle karşılaştırılsa, sizce hangisi daha uygun seçim olurdu ?
No comments:
Post a Comment