Saturday, March 30, 2013


Dil niye önemli?


Bebek sabırsızlanıp vaktinden önce dünyaya gözlerini açtığında Türkiye’deydim. 

Yıllardır gelişini beklediğimiz yavruyu görebilmek için biraz acele etmiş olmalıyım ki, evrenin kadim ve kalıcı sahibi beni ikaz etti.

O nedenle yolculuğumu ertelemek zorunda kaldım. 

Bebek bebekliğini süratle geçerken, benim giderek hızını kaybeden yaşamım, aramızdaki zaman diliminin bir hayli açılmasına yol açtı.

Bereket uygarlığın nimetlerine: 

Açıyorum sihirli kutuyu, fareyi tıklıyorum, bir iki bib bip sesinden sonra perde açılıyor:

Ve işte, bebek karşımda..

Önce sessiz sessiz bakarken, zamanla büyüklerini taklit ederek bir takım sesler çıkarmaya başlıyor.

Ne kadar da çabalıyor bir küçücük sesi çıkarabilmek için.

Derken bir gün bir kelimeyi tanımaya başlıyor. O kelime ne zaman tekrarlansa bildiğini göstermek için kahkahayla gülüyor.

Gelirken bebek için ne getireyim diye soruyorum. Oğlum Türkçe kitap ve Türkçe masal CD‘si istiyor.

Bizim aklımıza gelen ise tekstil cenneti Türkiye’den giysi götürmek.

Bu karara varınca da hemen ertesi gün kahvaltı sonrası ver elini çocuk mağazaları dedik.

Çocukluğumda Manisa’da hazır giyim mağazası yoktu. Elbiseleri hep terziler dikerdi.

Çocukların giyimleri ise genellikle annelerin elinden çıkardı.

Benim çocuklarım doğduğunda, koca şehirde çocuk eşyaları satan bir veya iki yer vardı ya da yoktu.

Oysa şimdi her yaşta çocuk için giysi satan mağazalar neredeyse büyükler için olanların sayısı kadar.

Öyle güzel giysiler var ki, vaktiyle çocuklara böyle şeyleri giydiremediği için, insanın içini hüzün dolduruyor.

Ama beğendiğimiz bir şeyi yine bizim bir parçamız olan bebeğe alacağımız için yeniden heyecanlanıyoruz.

Giysilerin üzerindeki yazıları okuyorum: Renkli harfler yazıldıkları üstlüğe bir başka hava veriyorlar.

Sonra birden yazıların İngilizce ve Fransızca, az da olsa İspanyolca olduğunu fark ediyorum.

Bir giysinin göğsüne bir deniz kıyısı ve bir Palmiye ağacı işlenmiş, yanına “Sun Travels” yazılmış. Ancak Travels kelimesi Trawels olarak yazılmış.

Yanlışı bulunca şunu da keşfetmiş oldum: giysilerin hiçbirinin üzerinde Türkçe yazmıyordu.

Başladık mağazaları gezmeye. Birinde olsun, üzerinde bir kelime Türkçe yazı olan giysi bulamadım.

Satıcılarda hiç Türkçe yazılı giysi görmemişler. Demek ki memleketin tamamı yabancı dil konuşuyor.

Bu bana bir başka şeyi merak ettirdi, başladım bu ürünlerin satıldığı çarşıdaki mağazaların isimlerini okumaya.

Hanıma kağıt kalem çıkarmasını söyledim. Sonra ben okudum, o yazdı. Bakın çarşının bir katında bulunan mağazaların adları:

Faik, Ruba, Uz, Jezabel, Clarie’s, Jimmy Key, Tiffany, Camel, Harry, Ramon, Marks and Spencer, Assortie, Atalar, Polo Garage, Altınyıldız Classics, Elle, Bisse, Centro, D’s, Damat, Dufy, Kiğılı, Journey, Batik.

Bir kaçına Türkçe ad verilmiş. Herhalde yanlışlıkla olsa gerek.

Biliyorsunuz son günlerde İslam dünyasında önemli olaylar meydana geldi ve devam ediyor.

Kuzey Afrika büyük bir hareketlilik yaşadı ve yaşıyor. Aynı şekilde Orta Doğu’da karışıklıklar oluyor
.
Bu ülkelerin hepsi Arap Ülkeleri olarak biliniyorlar. Ve tamamı Arap Birliği adlı kuruluşa üyeler.

Fas, Cezayir, Tunus, Libya, Mısır, Sudan, Sahra, Ürdün, Filistin, Lübnan, Suriye ve Irak birer Arap ülkesi olarak adlandırılıyorlar.

Bunun nedeni bu ülkelerde ortak dilin Arapça olması, Arapça konuşulmasıdır.

Buralarda İslamiyet öncesinde değişik diller konuşan çeşitli halklar yaşıyordu:

Akadlar, Babilliler, Finikeliler, Kartacalılar, Yahudiler, Farslar, Mısırlılar, Etiyopyalılar, Tuaregler, Berberiler...

İslamiyet sonrasında Araplar, İslam’ı yaymak amacıyla, Arap yarımadasından çıkarak, Lübnan, Suriye, Irak, Mısır ve Kuzey Afrika’ya gittiler ve oralara hakim oldular.

Zamanla, yüzyıllar geçtiğinde, yönetenlerin dili olan Arapça, burada yaşayan halklar arasında, ana dillerin yerini aldı.

Şarkılar, türküler, isimler Arapça oldu. Masallar Arapça anlatıldı. Arapça yazıldı, Arapça okundu. 

Yeni nesiller kendilerini, konuştukları dilin bir parçası, yani Arap olarak görmeye başladılar.

Çünkü onlara artık bir Tuareg veya Berberi olduklarını hatırlatacak dilleri yoktu veya o dili unutmuşlardı. 

Bugün bu uçsuz bucaksız topraklar, Arap Coğrafyası olarak biliniyor.

Buralarda yaşayan eski halklar artık tarihin sayfalarındalar. 

Bu insanlar fizik olarak yok olmadılar. Ama dil yok olunca halk da bir türlü kaybolup gidiyor.

Yarattığı uygarlık bile bir ulusu yaşatamıyor. Mısır büyük bir uygarlıktı. Mısır artık bir Firavun Ülkesi değil, bir Arap ülkesi.

Dilin gücüdür bu.

No comments:

Post a Comment