Üniversitelerde zararlı fikirler
07/02/2011
Çok seviyoruz demokrasiyi. Çünkü demokrasi bizleri ülke meselelerinde söz sahibi yapıyor.
Oyumuzla hükümetleri biz seçiyoruz. Onlara ‘ülkeyi sen yönet’ diyoruz.
Demokrasi böyle güzel bir şey. Bizim seçtiğimiz kişiler yönetecek ülkeyi, yani doğru insanların seçtiği doğru kişiler.
Artık karşı taraftakilere söz düşmeyecek. Yanlış kişiler yönetimde olmayacak. Demokrasi zaten karşı tarafın sesini kesmek için var.
Demokraside biz konuşacağız. Bizim seçtiklerimiz konuşacak. Bizim seçtiklerimizin atadığı kişiler konuşacak.
Öbürleri konuşmayacak.
Onlar zaten demokrasi düşmanları. Yapılan güzel şeyleri görmezden gelirler. İşleri güçleri ortalığı bulandırmaktır.
Zararlı şeyler okurlar, zararlı şeyleri öğrenirler. Sonra öğrendikleri zararlı şeyleri etraflarına da anlatarak çevrelerini zehirlerler.
İşte üniversiteler zararlı fikirliler tarafından yine karıştırılıyor.
Öğrencileri dinliyor, söylediklerini okuyoruz. Bazıları pek efendi. Kılık kıyafetleri de çok düzgün.
Büyükleri ve yöneticileri ile pek uyum içindeler. Ne kadar güzel, değil mi?
Bazıları ise pek isyankâr. Protesto ediyorlar. Beğenmiyorlar.
Neyi beğenmiyorlar da protesto ediyorlar?
Büyüklerinin, yöneticilerinin yaptığı işleri beğenmiyorlar.
Rektör soruyor:
- Ne yapıyorsunuz?
- Protesto ediyoruz!
- Size kim dedi protesto edin diye?
- Kimse demedi bu bizim görevimiz!
- Ben size böyle bir görev vermedim. Bu üniversite benim üniversitem. Burada ne yapılacağına ben karar veririm. Burada politika yaparsanız hepinizi bu üniversiteden atarım. Hadi gidin derslerinize çalışın.
Ve öğrenciler okuldan atılma korkusuyla protestolarını yapamadan dağılıyorlar.
Şöyle bakınca Rektör ne kadar haklı.
Analar babalar dişlerinden tırnaklarından arttırıp çocuklarını okullara gönderiyorlar, okusunlar adam olsunlar diye.
Ama kötü fikirli kişiler, yanlış kitaplar çocukları baştan çıkarıyorlar.
Çocuklar da derslerine çalışacaklarına olmadık işlere kalkışıyorlar.
Yöneticiler onları tekrar doğru yola sokmak için akla karayı seçiyorlar.
Zıvanadan çıkan üniversiteleri adam edebilmek için çok uğraşıldı.
Yoldan çıkanlar okullardan mı atılmadı, hapislere mi konmadı;
İşkenceden mi geçirilmedi;
Üniversitelere karakollar mı kurulmadı;
Maalesef hiç birinin faydası olmuyor.
İşte yine aynı şeyler tekrarlanıyor.
Peki, ne yapmalı?
Dil Kurumunun sözlüğünde “üniversite” kelimesi şöyle tarif ediliyor:
”Bilimsel özerkliğe sahip yüksek düzeyde eğitim, öğretim, bilimsel araştırma yapan ve çeşitli birimlerden oluşan öğrenim kurumu.”
Aynı sözlükte özerklik kelimesi ise şu şekilde açıklanıyor:
“Bir kuruluşun bir yasaya bağlı olarak kendi kendini yönetme hakkı, muhtariyet, otonomi.”
12 Eylül bir nesli ezerek sindirdiği gibi gelecek nesillerin nasıl olması gerektiğini de belirledi.
“Etliye sütlüye” karışmayan, tahtaya yazılanı öğrenecek ve görev hayatında da okulda öğrendiklerini tatbik edecek gençler yetiştirilecekti.
Özerklik rafa kaldırıldı. Üniversitelerde artık aykırılığa yer olamayacaktı. Kurulu mekanizmaya “Taş koyanlar” ayıklanacaktı.
Oysa uygarlığın yaratıcıları “Aykırı olanlar, taş koyanlar” değil mi?
Bir insan, binlerce yıldır boşa akıp giden derenin önüne “taş koyup” derenin suyunu biriktirdi. Sonra suyu bir kanalla tarlalara akıttı. Bol su kullanılarak tarlalardan bol ürün alındı.
Elde edilen bol ürün biriktirildi.
Artık her gün yiyecek peşinde koşmak gerekmiyordu. İnsanların başka şeylere ayıracak daha çok boş zamanları oldu.
Bu boş zamanı değerlendirenlerden biri akan suyun gücünden yararlanıp o zamana kadar elle çevirdiği taşı su gücüyle döndürten bir düzenek yaptı: Buna su değirmeni dediler.
Uygarlık adım adım, bu, her konuda “Taş koyan”, “Herkesten farklı düşünen” aykırı insanlarla ilerledi, gelişti.
Asya Bozkırlarında hayvan güderken denemeleri sonucu peyniri keşfeden ve bunu yaparken bir hayli sütü ziyan eden kadın veya adama bugün ne kadar çok minnettarız.
Eğer o günlerde onun denemelerini kabile halkı: “Böyle zararlı şeylerle uğraşarak sütleri ziyan edip durma” diyerek engellenseydiler, bugün onların torunları “Peyniri atalarımız buldu” diye övünebilir miydiler?
Üniversitelerde, aykırı düşünceler, aman verilmez ve erken öten horoz misali susturulursa, belki derslerini dört dörtlük yapan, mesleklerinde çok başarılı olan insanlar yetişebilir.
Bunlar iyi teknisyenler olurlar, iyi tarih bilirler, iyi bilgisayar bilirler, iyi tıp bilirler, meslekleri ile ilgili her alet edevatı ustalıkla kullanabilir ve iyi de ticaret yapabilirler.
Bu onları yetiştiren okulların başarısıdır. Takdir edilmesi gereken bir durumdur.
Ama bir de şu tarafından bakılmalı mı?:
Bugün bilgisayarla internetten her türlü haberi alıyoruz, anında fotoğraf çekip gönderiyoruz.
Birisi hastalandığında telefonla otomobil çağırılabiliyor, onu uçakla bir başka şehre tedaviye gönderebiliyoruz. Gerekiyorsa organ nakli yapılıyor, ilaçlar kullanılarak hayatı kurtarılabiliyor.
Bu sayılan şeylerin hangisiyle; bilgisayar, internet, fotoğraf, otomobil, uçak, organ nakil cihazları ve ilaçtan hangisiyle, “Bizim ülkemizden biri yaptı”, “Bizden biri icat etti” diye övünebiliriz.
Ansiklopedileri dolduran, Tarih, Politika, Sosyoloji, Psikoloji, Matematik, Ekonomi gibi bilimlerin kuramcılarından kaç tanesi bizden.
Felsefe ansiklopedisinde kaç tane bizden denilebilecek isim var.
Üniversite, düşünen, yaptığı işi tartışabilen adam yetiştirmelidir. Yoksa başkalarının icat ettiği bir aleti başarıyla kullanmak için 16 yıl süren upuzun bir tahsile gerek var mı?
Üniversiteler, öğrencilerine yeni ufuklar açmak, onlara bir dünya görüşü kazandırabilmek için gerekli özgür tartışma ortamını sağlayarak “Taş koyan” adam yetiştirmek için var olmalılar.
Rektör öğrencilerine diyor ki: “Burada politika yapamazsınız!” Politika üniversitelerde yapılmazsa nerede yapılacak? Politikacı, üniversitelerden çıkmayacaksa, nereden çıkacak?
Çocuklarımızı fikir sahibi olsun diye okutuyoruz.
Fikir sahibi olduklarında da fikirlerini beğenmeyip onlara eziyet ediyoruz.
No comments:
Post a Comment