Bir mısra daha söylesek her şey düzelecek
06/03/2012
Sen yüzüne sürgün olduğum kadın,
Kardeşim olan gözlerini unutamadım
Çocuğum olan alnını, sevgilim olan ağzını,
Dostum olan ellerini unutamadım.
Zuhal Hanım anlatıyor:
“Gece kalabalık ve neşeliydi. Bir ara Cemal Süreya yanıma yaklaştı:- Benimle evlenir misin?", dedi.
Nişan yüzüğümüzü bir çayhanede taktık. 6 ay sonra da nikâhımız oldu.”
Hem Zuhal Akkanat, hem de C.Süreya duldular. Her ikisinin de birer çocukları vardı.
Bu evlilikten de bir çocukları oldu: Memo.
Zuhal Hanım, Sosyal Sigortalarda memurdu. Şairdi; şiirler ve çocuk hikâyeleri yazıyor, yayınlıyordu.
Adı Süreyya’daki “ y “ lerden birini iddialı bir tavla oyununda, Ülkü Tamer’e kaybeden, Cemal Süreya ise, Maliye Bakanlığında çalışıyordu.
Evlendikleri tarihten 5 yıl sonra Zuhal Hanım ikinci bir önemli ameliyat için hastaneye yatar ve 13 gün hastanede kalır.
Cemal Süreya bu 13 günlük süre içinde karısına her gün mektup yazar.
Mektupları, bazen izbe bir kahvede, bazen karşıya geçerken vapurda, bazen deniz kenarında çay içerken,bazen birisini beklerken, yani fırsat bulduğu her yerde yazmıştır.
Her gün, hastaneye ziyaretine gidince, Zuhal Hanıma bir mektubunu bırakır ve hastaneden çıkar çıkmaz bir yeni mektuba başlar.
Bu on üç günlük, özlem, heyecan, türlü duygular ve şiirlerle yüklü, ardarda yazılmış 13 mektup, bir dostluk, aşk ve sevgi demetidir.
Mektuplar, şairin yüreğini içtenlikle hayat yoldaşına açmasıdır.
Yüreğin içerisinde neler yok ki:
Aşkın, şiirin yanı sıra, çocuk sevgisi, daha doğmayan ve hiç doğmayacak olan, ama adı şimdiden konmuş bir kız çocuk, yani Elif, 13 yıl sonra taşınılmasını hayal ettiği, önünde bir ıhlamur ağacı bulunan ev, yeni bir kitap çevirisinden gelecek parayla alınacak siyah beyaz televizyon, geçmişte yaşananlar, gelecekte yaşanacaklar..
Manisa’da yaşadığım günlerden bir gün, arkadaşım Semih telefon etti:
- Bugün seni aradım, bulamadım. Kim geldi biliyor musun: Cemal Süreya! Seni aradım, bulamadım ama dergiye seni de abone yaptım.
Bir görev için Manisa’ya gelmiş. Papirüs dergisini bir kez daha çıkaracakmış.
Üzgündüm.
Türkiye’nin yaşadığı o karanlık günlerde, aydınlıkların, güzel günlerin ümidini yeşerten Cemal Süreya’yla tanışmak ne güzel olurdu.
13 günün mektuplarını içim dolu dolu, Cemal Süreya’nın, inci dizgili, su gibi akıp giden, resimlerle süslü, güzelim el yazısından, bir defa daha okuyorum:
-“Zuhal’im..Kaç yıldır evliyiz, yan yanayız. Hala başım dönüyor senlen, seviyorum seni. Her geçen gün daha büyük aşkla…”
-“İki ırmak gibi, ayrı yerlerden kopup geldik, kavuştuk bir noktada, birlikte akıyoruz. Denize dökülene, ölene dek.”
-“Gece yatarken Memo’yla hep seni konuştuk. Susunca seni sustuk. Uyuyunca seni uyuduk.”
-“Şu ağaçlığın ardındaki binada evlenmiştik. Ay sonlarında cebimizde para kalmıyordu. Bana lacivert bir pantolon dikmiştin. Kıyamıyorum şimdi onu giymeye, eskir diye korkuyorum.”
-“Sen oradasın. Ve ben burada hayatımızı düşünüyorum. Giderken cebime o 100 Lirayı, gizlice koymanı unutamam. Beykoz’a ilk taşındığımızda kazan ve kovalarla su taşıdığımızı da hiç unutamam.”
-“Bir günler Kars’taydım. Kudurmuş gibi akıyordu Delice Çayı. Sonra sen çıkıp geldin. Beni ben ettin. Memo’yu var ettin.”
-“Elif diye bir kızımız olsun. Başına kurdeleler bağlarsın. 13 yıl sonra Beykoz’a yerleşelim. Memo 16 yaşında olur. Çayırda top koşturur. Elif de 10 yaşındadır, senin dizinin dibinden ayrılmaz. Çiçekleri sular.”
-“Memo; Ne güzel çocuğumuz var. Elif daha da güzel olacak. Sesi de güzel olur mutlaka. Çünkü sen ne can kadınsın. Kirpiklerinin ucuyla şarkı söylersin.”
-“Az sonra sana koşacağım, bir çeşmeye koşar gibi.”
-“Tükenmez kalemin mürekkebi bitti. Dolma kalemle devam ediyorum. Bu mürekkebin rengini seviyorum. Senin gözlerini çağrıştırıyor.”
Dalım, çiçeğim.
Kadınım, yârim.
İpek böceği sesli sevgilim.
-“Bovary çevirisiyle televizyon, Pir Sultan kitabıyla çamaşır makinesi alacağım sana. İkisinin bedeli ikisini almaya yetecek.”
-“Oturmuş, elimize birkaç kuruş geçsin diye çeviri yapıyordum. Senin geçen seferki ilk ameliyatını hatırladım: Paramız yoktu. Yayınevi alacağım parayı ödeyememişti. Seni bir taksiye bindirememiştim. Yürüye yürüye Şişli’ye inmiş, ordan Karaköy dolmuşuna, Karaköy’den de vapura binmiştik. Yaşadığımız günlerdir. Öperim o günleri.”
-“Dün görüşemedik. İki yüzyıl görüşememişiz gibi geliyor bana.”
Aşkı anılar besliyor düşler kadar
Aşk eskidikçe aşktır
Sevgi eskidikçe sevgi.
Not: Bu aşkın sonu:
Ne yazık ki hicran, gözyaşı dolu
No comments:
Post a Comment