Wednesday, April 3, 2013


Salem büyücüleri




“Yves, film setinde öldü, son gün, filmin en son sahnesinden sonra. 

En son gecemizdi, son sahnelerin tekrar çekimlerini yapıyorduk.

Yves rolünü tamamladı, işini bitirdi ve sonra hemen orada, sette, kalpten öldü.

 Rolünü oynadığı yaşlı adam da filmin sonunda kalp krizinden ölüyordu. 

Ve aynısı oldu.”

Radyoda Yves Montand’ı dinliyorum. Duygulu, içten sesiyle şarkılar söylüyor.

Onu, tesadüfen izlediğim bir filminde tanımıştım.

Bir ara Fransız filmleri pek revaçtaydı. Arthur Miller’in tiyatro oyunundan filme alınan Salem Büyücüleri filmi de Fransız yapımıydı.

O sıralar dünyada çok etkileyici bir kişi olan J. P. Sartre, oyunu sinemaya uygulayarak filmin senaryosunu yazmıştı.

Müthiş bir filmdi ortaya çıkan: Konusuyla, oyuncularıyla, çekimleriyle, seyirci üzerinde yarattığı atmosferle.

Arthur Miller’in bu eseriyle, o sıralarda Amerikan politik hayatını karanlık bir evreye sokan McCarthy soruşturmalarını eleştirdiği söyleniyordu.

Asıl adı The Crucible olan oyun bizde Cadı Kazanı adıyla biliniyor.

Senatör McCarthy, 1950’li yıllarda Amerika’da, komünistlerin sanat dünyasını ele geçirdiklerini iddia ederek büyük bir senato soruşturması açtırmış ve soruşturmaları bizzat yönetmişti.

Bir çok sanat ve fikir adamı, bu soruşturmalar sonunda Amerika’yı terketmek zorunda kalmıştı.

Amerika’yı terketmek zorunda kalanlar arasında: Joseph Losey, Charlie Chaplin gibi ünlü sinemacılar vardı.

Soruşturmalarını zamanla toplumun her kesimine yayan, sayısız düşünce adamını ve sanatçıyı işinden edip aç bırakan, Amerikan entelektüel hayatına karabasan gibi çöken McCarthy, sonunda yanlışlık yapıp cami duvarına çarpınca durduruldu.

Amerikan Ordusu içindeki komünistlerin yüksek rütbeliler tarafından korunduğunu iddia ettiğinde, kendisine: 

“Dur bakalım, yeter artık. Buraya kadar”, dendi.

McCarthy konusunda bir çok roman, hikaye yazılmış, film yapılmıştır.

İşte, 1692 yılında, Amerika’da, Salem kasabasında meydana gelmiş gerçek bir olayı hikaye eden, ama gerçekte yaşanılan günlerde, karşıt düşünceleri yok etmek için kaynatılan cadı kazanını anlatan eserlerden biri de Miller’in bu tiyatro oyunu ve bu oyundan yapılan filmdir.

Aradan geçen bunca yıla rağmen, filmin her üç oyuncusunu; Yves Montand, Simone Signoret ve Mylene Demongeot’u , Manisa Şehir Sineması balkonununun ahşap koltuklarında, heyecan içerisinde izlerken ki tazelik ve heyecanla hatırlıyorum.

Sonraları bu sanatçıları bir çok filmde daha izleme şansımız oldu.

Unutulmazlarımız arasına katıldılar.

Mylene Demongeot !.. “ Üç Silahşörler” in güzelim Milady’si nasıl unutulur?

Arthur Miller, her ne kadar Salem Büyücüleri ’nin konusunun film senaryosuna dönüştürülürken ideolojik temellere oturtulmasını eleştirmişse de, filmi beğendiğinden, senaryosunu yazdığı ve Marilyn Monreo’nun başrolünü oynayacağı “Let’s Make Love” adlı filmin erkek baş rol oyuncusu olarak Yves Montand’ı önermişti.

Simone Signoret’le evli olan Montand, rol arkadaşı ve Arthur Miller’in eşi olan Marilyn ile samimiyeti ilerletince, Miller Montand’dan böyle bir davranış beklemediğini , büyük hayal kırıklığına uğradığını belirtmişti.

Gönüllere gem vurmak kadar zor şey ne olabilir? Bazen ufacık bir kıvılcım, aklı ve mantığı öteleyiveriyor.

Ama Simone Signoret, aşkın dizginlenemiyen gücünü biliyordu mutlaka. Olup bitenleri duymazdan geldi, katlandı.

Yves ile evliliği, Simone’nin ölümüne kadar, yani sonuna kadar sürdü. Karı koca bir çok filmde birlikte oynadılar.

Arthur Miller ve Marilyn birlikteliği ise mutsuz sona erdi.

Niagara kıyılarında salınırkenki haliyle hayallerimize taht kuran Marilyn, yıllarca bu sırça köşkümüzde yaşadı.

Bu beraberlikten pek memnunduk. Ama bahtsız sarışının acılarını nasıl bilebilirdik?

Bir gün hüzünlü haber duyuldu. Sarışın bomba dünyamızdan ebediyyen ayrılmıştı.

Ama o güzel, çocuksu, içten, kadife ses, sonsuza kadar gönüllerimizde yaşayacak: “My heart belongs to dady”

Radyoda ard arda Yves Montand’ın şarkıları çalınıyor. Her bir şarkı, insanı siyah beyaz filmlerin büyülü dünyasına taşıyor.

O filmlerin kahramanları artık yoklar. Onlardan geriye kalan bir hoş seda yalnızca.. 





No comments:

Post a Comment