Wednesday, April 3, 2013


“HABABAM SINIFI” romanıyla ünlü “SINIF” şiiriyle mimli




Elim, eline değsin; ısıtayım üşüdüyse
boşa gitmesin son sıcaklığım.
                                              Rıfat Ilgaz



Kahramanları İnek Şaban, Tulum Hayri, Güdük Necmi, Kalem Şakir, Kel Mahmut olan Hababam Sınıfı’nı bilmeyen yoktur.

Yazarı Rıfat Ilgaz aynı zamanda şairdir. Yayınlanan “Sınıf” adlı şiir kitabıyla devlet katında mimlenmiş, “Hababam Sınıfı” adlı romanıyla halk katında ünlenmiştir.

Şair Rıfat Ilgaz, 1911 yılında doğmuş. Çocukluğu, Karadeniz’in kıyıcığında (*) bulunan Cide’de geçmiş.

Küçük yaşlarda yazmaya ve yayımlamaya başladığı şiirlerle dikkat çekmiş.

Kastamonu öğretmen okulunda okuyup Türkçe öğretmeni olmuş.

Artık sevdiği şiirleri, roman ve hikayeleri öğrencileriyle paylaşabildiği için pek mutluymuş.

Ama bilirsiniz, kitaplarla fazla haşır neşir olmak bazen hayırlı olmayabiliyor.

Rıfat Ilgaz’ın şiirleri zamanın bir çok dergisinde yayınlanıyormuş.

Bu şiirleri, bir kitap halinde toplamayı düşünmüş ve düşündüğünü yapmış.

Öğretmen ya, kitap da, şiirler de, kendi öğrenciliğini, sınıfını ve öğrencileri anlatıyor ya, kitabının adını “Sınıf“ koymuş. 

Ve birgün..

Ve birgün kitabının toplatıldığını ve kendisinin arandığını öğrenmiş; ve tutuklanmış; ve fişlenmiş; ve yargılanmış; ve hapse mahkum olmuş; ve hapis yatmış.

Bu kitap, onun hayatında kırılma noktasıdır.

Ondan sonrasında, hayatının sonuna kadar, hep izlenmiş, kitapları toplatılmış, sevdiği mesleği olan öğretmenlikten atılmış, çalışması engellenmiş, hapislere konmuş.

“Ne yapmıştım da fişlenmiştim: Gizli bir partiye mi girmiştim? Elimden bir kaza mı çıkmıştı? Yoksa kaçakçı mıydım? Bildiğim kadarıyla “Sınıf” diye bir kitap çıkarmış, hüküm giymiştim. Bunun üstünden bir kaç defa af da çıkmıştı. Ama mimlenmiş, atıldığım öğretmenliğe dönememiştim. Hâlâ, tam 42 yıldır, adım adım izleniyorum."

“Sınıf” adlı şiirde, sınıfındaki Halil adlı bir arkadaşını anlatıyor:

Sen, gözünü budaktan esirgemeyen Halil’im,
bir baş soğanı yoldaş ederdin
yemek paydosunda bizden saklı
saçta pişmiş mısır ekmeğine.

Mahkeme mahkumiyet kararı verirken bu satırları şöyle yorumlamış:

Bu mısralarda hiç münasebeti yokken yoldaş kelimesini kullanmak suretiyle zenginlere tarizde bulunduğu.... Her ne kadar mahkememizin tayin ettiği bilirkişi kitapta suç unsuru bulunmadığını belirtmiş ise de sanığın hapsine..

Rıfat Ilgaz, bir gün sokakta avukat arkadaşını görür. Birlikte yemeğe gitmeye karar verirler.

Avukatın adliyede bir kaç dakikalık işi vardır, o nedenle adliyeye uğrarlar.
Mübaşir Rıfat Ilgaz’ı görünce:

 “İyi ki geldin. Duruşman var, Hadi acele mahkeme salonuna”, der.

Ve o mahkeme Rıfat Ilgaz’ı hemen tutuklar. 

Hakim kararı okurken Rıfat Ilgaz, bir önceki tutukluluğundan hastalık nedeniyle salıverildiğinde, kendisine:

Turp gibisin, hiçbir şeyin yok, çok yakında yine geleceksin, yolunu bekleyeceğim”, diyen hapishane müdürünü hatırladı:

Hapishane Müdürü, şimdi keyfinden ağzı kulaklarında;

- Eee, hoşgeldin Rıfat Bey!, diyecekti ve gardiyana emir verecekti:

- Alın götürün şunu, kesin saçlarını!”

Ne ev sahibi olabilmiştir Rıfat Ilgaz, ne de başka bir mal mülk. 

Bütün eşyası bir bavul kitaptan ibarettir.

Öğretmen olan eşinden, hiç değilse o işinden olmasın, çocuklar aç kalmasın diye boşanmıştır.

Böylece ailesini kaybetmiştir. 

Sağlığını ise kaybedeli çok zaman olmuştur.. 

Yaşadığı olumsuz şartlar yüzünden, verem hastalığına tutulmuştur.

Ciğerlerinden kan boşalmaktadır. 

Geriye kaybedilecek tek şeyi kalmıştır: Yazdığı kitaplar.

Polis baskınlarında el konan, henüz basılmamış şiirleri, hikayeleri ve yazılarının önemli bir kısmı kaybolur.

Tek parti zamanında kovuşturulan Rıfat Ilgaz’ın bu yazgısı, çok partili hayatta da, yani 50’li yıllarda da tam gaz devam etmiştir.

12 Eylül sırasında da, emekli olunca yerleştiği, doğduğu yer olan Cide’de gözaltına alınır.

Evden ayrılırken, görevliler, evin kapısını kilitlemesini söylerler.

Oysa Rifat Ilgaz’ın kiralık oturduğu evin, ne kapısında kilit, ne de pencerelerinde perde vardır.

Yani, gizli saklı bir şeyi yoktur. Evin kapısını öylece çekip, evden çıkar.

Gözleri bağlı, kamyonla Kastamonu’ya getirilir. Sorgucular sorarlar:

- Zorluk çıkarmadan anlat, sorulara doğru cevap ver. Cide’ye ne yapmaya geldin?”

“Suçum buydu demek! Bu yüzdenmiş günlerdir gözü bağlı tutulmam, açlık uykusuzluk, yorgunluk..

Sigortadan emekli olduğum gün, çocukluğumun geçtiği Cide’ye yerleşmeyi düşünmüştüm.

Hergün maviden laciverde dönüşen deniz, renkten renge giren gökler, benimle boy atan, uzayan ıhlamurlar, denizin serpintileriyle beslenen defneler, mayıs gelince açan ateş sarısı çiçeklerden payıma düşeni alabilmek için.

Ama Cide’ye yerleşir yerleşmez, orada mevcut 25 polisin 25’i peşime takılmıştı: 

Sabahleyin nereye gittim, öğle yemeğini nerede yedim, yanımda kimler vardı? 

Meslekdaşlarım olan öğretmenlerle ne konuşuyorum?

Şimdi ise, sorgucu Cide’ye neden geldiğimi soruyordu. 

İnanmıyordu memleketimi sevdiğimden oraya yerleştiğime.”


geride kalanlara ne miras bırakacağım?
çocuklarıma, torunlarıma;
olsa olsa Karadeniz’den payıma düşen denizi
ve üç beş dönüm gökyüzünden.


*Karadeniz’in Kıyıcığında: Rıfat Ilgaz’ın romanı.








No comments:

Post a Comment