Wednesday, April 3, 2013


WAG THE DOG


O yalan, bu yalan!.. Fili yuttu bir yılan!.. Bu da mı yalan?” 

Perdede bir genç figüran kız stüdyonun içerisinde, kucağında patates cipsi torbası kameraya doğru koşuyor. Bu kısa filmi izleyen yönetmen emirlerini sıralıyor:

- Kızın etrafını temizleyin!

Maharetli eller bilgisayar tuşları üzerinde gezinerek kızın etrafındaki herşeyi siliyor. Şimdi perdede yalnızca kucağında cips torbasıyla kız var.

- Güzel! Şimdi cips torbasını yok edin ve yerine bir kedi koyun!

Bir zaman kedi hangi renk olsun diye tartışılıyor ve beyaz kedide karar kılınıyor. 

Birkaç tuş darbesiyle kızın kucağından patates cipsleri alınıp yerine beyaz kedi konuluyor. Şimdi figüran kız boşlukta kucağında kedisiyle bizlere doğru koşuyor.

- Arka plana duvarları yıkık köy evleri

Perdede yıkık köy evleri beliriyor.

- Biraz ateş

Yıkık evler arasından alevler yükseliyor. Şimdi kızcağız, kedisini kucaklamış, yıkılıp yakılan köyünden canını kurtarmak için koşarak kaçıyor.

- Kızın önüne bir dere koyalım, bir de köprü. Şimdi güzel oldu: Zavallı kız, teröristlerin bombaladığı köyden kaçıyor. Köprüden bu tarafa geçip kurtulacak.

Son günlerde dünyada olup biten baş döndürücü olayları izlerken nedense aklıma hep “Wag the Dog” adlı bu film ve onun akıl dışıymış gibi görünen sahneleri geldi.

Filmin konusu kısaca şöyle:

Amerika’da başkanlık seçimi yapılacaktır. Adı bir seks skandalına karışan başkanın seçilme şansı hızla zayıflar. Seçim komitesi, son bir ümitle, bir Hollywood yapımcısından yardım ister.

Film yapımcısı, seks skandalını unutturacak ve gündemi değiştirecek çarpıcı bir konu arar.

Böyle bir skandalı geri plana atabilecek konu ne olabilir? Belki bir savaş!

Evet, bu skandalı ancak çıkacak bir savaş unutturabilir

Ama Amerika’yı kiminle savaştırmalı?

Mesela: Arnavutluk ile! Olabilir mi? Neden olmasın?

Kollar sıvanır; stüdyolarda hayali savaş sahneleri çekilir, televizyonlara servis edilir.

Uydurma savaş kahramanları yaratılır, bu kahramanlar için bestelenen şarkılar radyolarda söylenir.

Ve aklı zorlayan; “Bu kadar da olur mu yahu?”, dedirten olaylar dizisi meydana gelir.

Filmdeki yapımcıya sorarsanız bu anlatılanlar daha hiçbir şey değil. 

Hayal gücü, ortaya ne kadar çılgın şeyler atarsa atsın, dünyamızda, anlatılan ve anlatılacak her türlü uyduruk, gerçek dışı hikayelere inanacak milyarla insan var.

Üstelik televizyonda gösterilen bir videonun ya da fotoğrafın gerçek mi yoksa bilgisayar ürünü mü olduğunu araştırmak için kimin zamanı var?

Arada bazıları, şüpheye düşseler bile, başka televizyon kanallarına baktıklarında, aynı resimleri ve aynı videoları oralarda da görünce, anlatılanlara inanmak durumunda kalıyorlar.

Akşam yemeği sonrası, televizyon başına geçip, dünyanın dört bir tarafında olup bitenleri bir gazeteciden dinliyorum.

Gazeteci diyor ki:

Şu Ortadoğu ülkesindeki olaylara bakın. Filan televizyon bir fotoğraf gösterdi: Yerde bir kişi yatıyor. Etrafında birkaç kişi daha var.

Ertesi gün aynı televizyonda aynı fotoğraf; yalnızca yerde yatan ölü veya yaralının yanına birkaç kişi daha eklenmiş.


Gazetelerde aynı şeyler oluyor. Bir bakıyorsunuz, bir fotoğrafta on kişi var yok; ertesi gün aynı fotoğraf yayınlanmış ama bu defa fotoğraftaki adam sayısı yüzlerce olmuş.


Gazeteci hemen her haberde manipülasyon yapıldığını anlatmaya devam etti.

Yine Ortadoğu’daki bir ülkeye, olayları yerinde görmek için giden heyette bulunan bir politikacı gördüklerini şöyle anlattı:

Bütün şehri gezdik. Sokaklar sessizdi. Hiçbir olaya rastlamadık. Akşam üstü otelimize döndük. Lobide istirahat ediyordum ki, bütün gün bizimle birlikte şehri gezen gazeteci bayan, yanımdaki koltuktan, cep telefonuyla gazetesine haber geçmeye başladı. Meğer bulunduğumuz şehirde kan gövdeyi götürüyormuş. Güvenlik kuvvetleri sayıları on binleri bulan göstericilere rastgele ateş açmış. Bir çok ölü, yüzlerce yaralı varmış.

Kulaklarıma inanamadım. Gazeteci bayana: Kızım sen neler söylüyorsun böyle. Ne gösterisi? Ne ateş açması? Ne ölüsü? Ne yaralısı?


Gazeteci bayan: Beni böyle haber yapmam için buraya gönderdiler, demez mi! Dondum kaldım.

İletişim araçlarına hükmedenler, aklımıza da hükmediyorlar.

Neyin ne olduğunun, ancak herşey olup bittikten, atı alan Üsküdar’ı geçtikten sonra öğrenildiği, gerçek yalanların veya yalan gerçeklerin dünyasına erişildi sonunda. 

Sofistike bilgisayar programları ile istenilen fotoğraf, video ve belgeler yaratılabilir. 

 Bir iki tuşa basılarak, çöplükten kimyasal silah fabrikası, tır filosundan füze rampaları ortaya çıkartılabilir.

Eldeki araçlarla, televizyon, gazete, internet, cep telefonuyla, günlerce bu uydurulanlar yayılarak, üzerlerinde yorumlar yapılarak, insanlar söylenenlerin doğru, davanın, insanlık için kutsal bir dava olduğuna inandırılabilir.

Uluslar birbirine düşürülebilir, din savaşları çıkartılabilir, komşu komşuya düşman edilebilir.

Ve milyonlarca insan ölebilir. 

Peki, ama neden? Ne için?








No comments:

Post a Comment